Fotoğraf Sergileme ve İronik Gerçeklik…

Fotoğraf Sergileme ve İronik Gerçeklik

Fotoğraf sergileme konusuna, Sami Bey’in deyimiyle dertleşmeyle devam edelim..

Yorum ana yazıdan uzun olursa hiç te ayıp olmaz Sami Bey… Keşke herkes sizin gibi 3-5 dakikasını ayırsa da Reha Bey’in yazdığı ironik gerçeklik üzerine biraz kafa yorsa..

(Reha Bey ironik gerçekçilik olarak sizin yorumlama şeklinizi tanımlıyor olsa da, durum da aynen dediği gibi gerçek, ben o yüzden artık ironik gerçeklik diye yazacağım.) Yorumlara Reha Bey’le birlikte Trabzon’dan bir öğretim üyesi “isimsiz” olarak katıldı. Önerilerine teşekkür ederim. Ancak bahsettiğiniz belediye ve resmi kurumlar; Sami Bey’in yazdığı gibi yüksek kasttan değilseniz ve garanti bir sergileme olmayacaksa, yada 25-30 bin TL’yi bastırıp salonu kiralamıyorsanız veya siyasi bir çıkarımları olmayacaksa, yüzünüze bile bakmıyorlar.

Ben kendimi hiç bir zaman klasik bir portreci olarak görmedim ve öyle de davranmadım zaten. Belirteyim, ticari eksenli işlerimin çok önemli bir kısmı reklam fotoğrafçılığındandır. O yüzden de bu yazılara konu olan fotoğrafların bulunduğu kategoride olabildiğince amatör ve naif davranırım. Çünkü bu işleri kendim için, sevdiğim için yaparım. Bunun karşılığında da insanlar bana para öderler. Yani hobim olan kısmından da para kazanmaya çalışırım, çünkü insanlar para ödemedikleri işlere olması gereken kıymeti ne yazık ki vermezler. Onlara önemli bir iş yaptıklarını başka türlü hissettiremezsiniz. Bu tartışılır ama benim başından beri çok önem verdiğim bir mesele. Yaptığım işe saygı duymayacağını hissettiğim hiç bir müşterim bu sayede olmadı, çünkü önüne bu yolla geçtim. Buradan yola çıkarak, yaptığım iş benim için “amatör ve keyifsel” bir kıymet taşıyor.

Önce İsimsiz bay/bayanın endişelerine açıklık getirmek istiyorum. İsimsiz yorumcumuzun bahsettiği hukuki sorun ve tatsız sürprizlerin ilgili endişelenmesine gerek yok. Çünkü, bütün müşterilerimle çekim sonrasında müşteri-işgören ilişkisinin yerini artık dostluk ilişkileri almıştır. Ve her bir fotoğraf için olursa eğer bu sergide onların izni ile olacaktır. Bahsedilen ayrılıkların olduğu çiflerle ilgili; yok ama, olduğunu varsayalım bu fotoğraf dünyanın en iyi fotoğrafı bile olsa sergilemeyi düşünmem ile. Profesyonel olarak bizim mesleğimiz böyle bir etiğe sahiptir. Türkiye’deki tüm portreciler adına bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Klasik veya amatör portrecilik bu ahlaki davranış ve tutumu kendi içerisinde zaten gösterir. Ustanın çırağına ilk öğretisi bu etik değerdir.

Dönelim sergilemeye, gerçekten de eğer bu sergi olursa adrenalini oldukça yüksek ve kalıpları kıracak, fotoğraf sanatı kavramının yanlızca kendilerine ait olduğunu düşünen insanlara rağmen olacaktır. Yıllar önce akademi’de öğrenci iken Türkiye’ye gelen bir Fransız’ın sergisini hatırlıyorum. -Ne yazık ki ismini hatırlamıyorum.- Vatandaş kendi öz portrelerini çekmiş, ama kendi portresi hiç bir fotoğrafta yoktu. Cinsel organına o kadar takmış ki, öz portre olarak devasa büyüklükteki fotoğraflarında cinsel organını seyrettik birkaç hafta boyunca.

Elalemin Fransızı mastürbasyon yaparken çektiği fotoğrafları sergilemekten mutluluk duyan ama kendi değerlerinden çıkmış bir fotoğrafçının işlerini dirsekleyen bir zihniyet var ülkemizde.

Bunun için kimseyi suçlamıyorum, yabancı hayranlığı bizim kültürümüzde çok eskidir. Sami Bey’in yazdığı gibi Hindistan/Balat/Mardin fotoğrafları kotasına benden de sümüklü çocuk fotoğrafları seçkilerini ekleyebilirsiniz.

Böyle bir kotadan yola çıkmıyorsanız, ya da yüksek kasttan değilseniz, hele bir de Türk’seniz veya ben Amerika’dayken diye de konuşmaya başlamıyorsanız; şansınız az değil, sıfırdır.

Reha Bey’in açtığı “kültüroloji” meselesi gerçekten de bizim çok önem vermediği bir mesele. Reha Bey’in yazısında bahsettiği koleksiyon, sanırım gelişmiş ülkelerde çok kıymetlidir. Ancak ülkemizde neredeyse kıymeti yok. Üzerinde tartışılmaz bile.

Çünkü yukarıda bahsettiğim, kendilerini fotoğraf sanatının tek sahibi olduğunu zanneden “zihniyet” bu işi sanattan saymaz. Gerçekten de sanat değildir, zenaat’tır. Ancak o zihniyetin bu gün varlığını borçlu olduğu bir zenaat olduğunu da atlamamak gerekir.

Unutmayınız, Türkiye’de fotoğrafçılığı istikrarlı ve hayatlarını sürdürmek için yapan ve amatörlük yani sanat kısmına katkı yapmış yüzlerce fotoğraf zenaatkarı vardır. Bu insanlar da yaptıkları zenaat ürünlerinden daha çok amatör kaygıları olan fotoğraflarıyla önermelerini yapmışlardır şimdiye kadar. Ben onlardan farklı olarak ticari işlerimle önermemi yapma cesaretini gösteriyorum, bunun neresinde yanlışlık var? Çekinmeden, üzerinde tartışılacağını bile bile bu işlerimle varım diyorum, ticari olmaları bir şey değiştirmiyor. Bunlar benim işlerim, buyurun tartışınız.. Bu bana zarar vermez, aksine işlerimi yüceltir. Söz konusu olan işlerim Reha Bey’in penceresinden bakınca, standart işlerin dışında farklı olan bir beğeniyi, bir düşünceyi, bir kültürü ifade ediyor.

Yukarıda bahsettiğim zenaatkarlara, dünya insanları craftsman ya da master diyor. Yani alınan bir sıfat değil, düşünülen, yakıştırılan bir sıfat olarak kullanılıyor. Craftsman | zanatkâr, zanaatçı,zanaatkâr, sanatçı, usta, zanaatçı, hüner, esnaf, zanaatçı.. (Bkz. sesli sözlük) Master | usta, öğretmen, hoca, üstad (Bkz. sesli sözlük)

Craftsman, master yani “usta” saygınlığı olan bir titrdir. Bizdeki kendini fotoğrafçı zanneden züppelerin, kartvizitlerinde isimlerinin altına yazdıkları “fotoğraf sanatçısı” veya “photographer” yakıştırmasıyla veya tanıtım sayfalarında isimlerinin kıçına ekledikleri “photography” lafıyla da uzak-yakın hiç bir ilgisi yoktur.

Sanatkarlık ve zenaatkarlık alınan bir titr değil; ulaşılan seviye ve mertebedir..

Raphael, Micelangelo, Da Vinci, Mimar Sinan gibi sanatkarların hepsine “usta” denirdi.. Şimdi bunlar sanatçı değil zenaatkar mı diyeceğiz? Sanatkar, sanatçı, zenaatçi, zenaatkar.. Bu kelimelerin hepsi aynı şeyi ifade eder..

Aslında yazmaya başladığımda işini doğru yapmak üzerine bir şeyler karalamayı düşünmüştüm ama olmadı, mesele buralara geldi. Herkese katkısı için teşekkür ederim. Bu arada Reha Bey, koleksiyonunuzu da çok merak ettiğimi buradan yazmama alınmazsınız herhalde.. Herkese açık bir etkileşim yoluyla, birbirini tanımadan haberleşebilmek çok güzel bir şeymiş…

Kalem, kelam ve selamla..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

eighteen − eleven =